Kanun Koyucu Kime Denir? Sandıktaki Yetki mi, Vicdandaki Sorumluluk mu?
Bir gerçeği en baştan koyalım: “Kanun koyucu kime denir?” sorusuna refleksle “parlamento” diye cevap vermek kolay. Ama kolay cevaplar, çoğu zaman tehlikeli bir rahatlıktır. Çünkü kanun koyma, yalnızca oylama düğmesine basılan bir salondan ibaret değil; metinleri yazan görünmez kalemler, gündemi kilitleyen parti disiplinleri, lobilerin baskısı, teknokratların şablonları ve yargının çizdiği sınırlarla örülü bir iktidar ekosistemi. O halde asıl soru şu: Kanun koyucu, gerçekten halkın seçtiği temsilciler midir, yoksa metnin gölgelerinde dolaşan görünmez aktörler mi?
Tanımın Çekirdeği: De Jure Kanun Koyucu
Klasik hukuk öğretisinde kanun koyucu, yasama yetkisini elinde tutan organdır; parlamentodur. Türkiye bağlamında baktığımızda bu, TBMM demektir. Şeklen doğru ve önemlidir: Kanun, ancak yasama organı tarafından usulüne uygun kabul edilip yürürlüğe girdiğinde “kanun” olur. Bu, demokratik meşruiyetin kurucu direğidir.
Ama burada durmak, bataklığın üzerindeki tahta köprüye güvenmek gibidir. Metni kimin yazdığı, hangi amaçla hazırlandığı, hangi veriye dayandığı, hangi çıkarı koruduğu ve hangi boşlukları bilerek bıraktığı soruları cevapsızsa, “kanun koyucu”yu yalnızca oylama yapan ellerle sınırlamak, gerçeği daraltmaktır.
De Facto Gerçeklik: Kimin Kalemi Kanun Yazar?
Kanunların önemli bir bölümü, yürütmenin bürokratik mutfağında hazırlanır; taslaklar bakanlıklar, üst kurullar ve danışman ekiplerince kaleme alınır. Parlamento çoğu zaman son duraktır: metin orada tadil edilir, hızlandırılır ya da “torba” içinde kaybolur. Peki bu tablo, “kanun koyucu kime denir?” sorusunu gölgede bırakmaz mı? Sandık meşruiyetiyle atanan temsilciler, gerçekten metne hükmeden irade midir, yoksa takvim ve talimatın mahkûmu mu?
Lobiler, Odalar, Platformlar: Görünmeyen Ortak Yazarlar
Lobi grupları ve sektör temsilcileri, gerek kamu istişarelerinde gerekse kapalı kapılar ardında maddelerin dilini şekillendirir.
Meslek odaları ve think-tank’ler, etki analizleri ve norm teklifleriyle gündem kurar.
Dijital platformlar ve algoritmalar, regülasyonun sınırlarını fiilen tayin eder; bazen kanun yetişemez, kanun fiili duruma uymak zorunda kalır.
Şu provokatif soruyu atlamayalım: Etkisi kanun metnini belirleyen ama sorumluluğu seçmene karşı olmayan aktör, kanun koyucu sayılır mı?
Yargının Gölgesi: Çizgi Nereye Kadar Yasama?
Anayasa yargısı ve yüksek mahkemeler, iptal kararları, içtihatlar ve yorum gücü ile kanun alanını daraltır ya da genişletir; düzenleyici-yorumlayıcı etkileri metnin kaderini değiştirir. Bu kötü bir şey midir? Hayır, hukukun denge-denetim mekanizmaları böyle işler. Ancak politik bir gerçek var: Yargısal aktivizm arttığında, kanun koyucunun siyasal sorumluluğu yargısal rızaya bağımlı hale gelir. O halde başka bir soru: Normu kim koyuyor, kim düzeltiyor, kim nihayetlendiriyor? Cevap, tekil bir kurumdan çok bir güç mimarisine işaret ediyor.
Parti Disiplini ve Torba Yasalar: Meclisin Kendi Kancasına Takılması
Katı parti disiplini, milletvekilinin bağımsız norm üretme kapasitesini törpüler; kanun koyucu birey değil, grup kararı olur.
Torba yasa tekniği, farklı alanları tek pakette toplayarak denetimi zorlaştırır; komisyonlarda hız, nitelikli tartışmanın yerine geçer.
Etki analizi ve ölçme-değerlendirme zayıf kalırsa, kanunlar uygulamada yamalı bohça gibi dağılır.
Soruyorum: Hız, iyi kanunun dostu mu, düşmanı mı? Bir gecede geçen madde, yılların toplumsal maliyetini doğurabilir.
Teknokrasi vs. Demokrasi: Veriye Dayalı mı, Veriye Teslim mi?
“Bilimsel kanun yapımı” kulağa büyüleyici gelir. Etki analizi, karşılaştırmalı hukuk, istatistikler… Hepsi gerekli. Fakat veriye teslim olmak, siyasi hesap verme sorumluluğunun yerini alamaz. Model ne derse oysa, modeli kim kurdu? Veriyi kim topladı? Hangi değişkeni dışarıda bıraktı? Kanun koyucu, “kanıt temelli” çalışırken aynı anda değer temelli olmak zorunda; aksi halde, teknik doğruluk demokratik meşruiyeti yutar.
Uluslararası Baskılar ve Standartlar: Egemenlik Nereye Kadar?
Uluslararası sözleşmeler, uyum yasaları ve bölgesel entegrasyon kuralları, norm alanını çizer.
Piyasa gerçekliği ve kredi notu söylemi, iç hukukta “zorunlu” değişikliklere bahane olur.
Peki, uyum ile teslimiyet arasındaki hududu kim korur? Meclisin kırmızı çizgileri nerede başlar, biter?
Son Söz: Kanun Koyucu Yalnızca Bir Kurum Değil, Test Edilen Bir Vicdandır
“Kanun koyucu kime denir?” sorusunun dürüst cevabı şudur: De jure kanun koyucu parlamentodur; ama de facto kanun, yürütmenin mutfağı, lobilerin baskısı, yargının çerçevesi, teknokrasinin dili ve uluslararası normların gölgesi altında şekillenir. Bu gerçek, meşruiyet kaynağı olan parlamentoya iki kat sorumluluk yükler: metni sahiplenmek ve gölge kalemleri şeffaflaştırmak. Parti disiplini mi, kamu yararı mı? Hız mı, tartışma mı? İstişare mi, talimat mı?
Şimdi okura açık bir davet: Sizce kanun koyucu, oy verdiğimiz temsilcinin parmağı mı, yoksa metne sinen görünmez güçlerin toplamı mı? Eğer cevabınız ikincisine yaklaşıyorsa, asıl işimiz yeni bir soru ile başlıyor: Bu görünmez güçleri görünür kılacak, hesap verebilir hale getirecek hangi kurumsal ve usul reformlarını talep edeceğiz? Çünkü kanun, yalnızca yazıldığı gün değil; hesap sorulduğu gün gerçekten kanun olur.